18 Temmuz 2013

0 Cansu

Denizin altmış metre derinliğindeydi kendine kurduğu küçük düş dünyası. Önce çiftliğin kafeslerini kontrol eder daha sonra ise sessizliğin ortasında hayallerine dalardı. Dalmanın ortasında ikinci bir dalmaydı oyunu, hayattan aldığı küçük nefes molası. Balıklara baktıkça içinden büyük bir keşke geçirirdi; “keşke benimde hafızam iki saniyelik olsa, keşke onu içimden atabilsem.” İki saniyelik hafıza nasıl olabilirdi ki, buraya nasıl kapatıldıklarını asla hatırlamıyorlardı bu balıklar, sanki her an buradalarmış gibi. Hafızamızın başladığı nokta değil miydi an’ın başladığı nokta, an’ı biçimlendirmemiz an’ı yaşamamız. Belki hatırladıkça acı çektiği an’ları hiç yaşamamıştı, anıları dün gece hafızasına birileri tarafından yerleştirilmişti. Gerçeklikten, yaşamdan asla emin olamayacağımız paradoksal soruya takılmıştı kafası, “Acaba yaşadığım dediklerim sadece yerleştirilmiş anlar mı?” Bu sorunun cevabını asla kovalayamaz ve asla bulamazsın, sadece şüphe edersin ve bu sorunun cevabından şüphe etmek bile deli olarak damgalanma sebebidir. 

“O” diyordu, “göremediğim, duyamadığım, hissedemediğim O, bir yerlerde umarım mutludur”, “mutlu olsun ki bir şeylere yarasın gidişimiz.” “O bilindik cümle gibi; varlığımızla mutlu olamayanlar yokluğumuzda mutlu olsunlar.” Bilindik bir hikaye idi onunkisi, tanımadığı bir kadından etkilenmiştir, kadına doğru her adımında kadının huzursuz ve mutsuz olduğunu fark etmiş ve kendinden ve varlığından tiksinmeye başlamıştır. O’nu göremeden duramayan bedenini kadının olmadığı memlekete zorla götürmekte bulmuştur çareyi, evini dağıtmıştır, sahip olduğu şirketi kapatmıştır ve çevresindekiler daha neler olduğunu anlamadan bir şehri, bir hayatı terk etmiştir. 

Elinden gelse zamanı geri almak isterdi, onu tanımadan öncesine değil de ona ilk adım atmaya çalıştığı anlara geri dönmek ve durdurmak yürüyüşünü, durdurabilirse belki daha az utanabilirdi kendisinden fakat imkansızdı. Belki de imkanı vardı, zaman dediğin evrenin hareketi değil miydi? Evren dursa zaman da durmaz mıydı, belki duruyordu da insanlık farkına varmıyordu, belki de dün milyonlarca yıl yaşanmıştı. Dün eğer milyonlarca yıl evren durduysa, zaman durduysa, içindeki ateşinde durması gerekmez miydi? Mutlu olmak için başka bir neden yaratabilmişti kendine; belki de içindeki O ile, O’nun ateşiyle milyonlarca yıl durmuştu. Denizin altmış metre altında bir süre sadece durmayı denedi, özgür olduğu tek alanda eylemsiz kalmayı, belki kendisi dursa dururdu evren. Seviyor muydu o kadını, bilmiyordu çünkü sevgi kelimesini pek sevmezdi. Anlamsızdı kelime, çaresiz bir çığlıktı. Yanmaktı onun kelimesi, düşündüğü kadın ise yangını. Onu gördüğünde fizyolojisi anlamsız tepkiler vermiyor muydu, avuç içleri terliyor, göğsünde büyük bir basınç hissediyor ve terlemiyor muydu, dizlerinin gücünü kaybedip, anlamlı cümle kurmaya odaklanmış dil sessizleşmiyor muydu? O halde o yangındı ve içinde ateş varsa yangını da devam etmekteydi. 

Denizin dibinde ne kadar geçirmişti fark etmemişti, hafif bir baş ağrısı ile hafif bir sarhoşluk halinin bastırmaya başlaması artık yüzeye gitmesi gerektiğinin, geç bile kaldığının işaretlerini veriyordu. Oksijen tüpüne bağlı saatine baktı yaklaşık 4 dakikalık havası kalmıştı, ne kadar sürede yüzeye çıkması gerektiğini hesapladı, altı dakikada çıkması gerekiyordu, daha erken çıkamazdı. İki dakikalık fark sarhoş zihnini telaşlandırmıştı, “sakin ol koca oğlan” demeye başladı, bunu da halledersin. Her on metrede bir dakika durması gerekiyordu fakat onun ortalama 4 dakikası kalmıştı. “Kaldırabilirsin” dedi içinden “sakin olursan kaldırabilirsin”. Kafesin alt bölümünden kaçmaya çalışan bir balığa gülümseyerek kendini yukarı doğru çıkaran ilk hamleyi yaptı, on metre sonra beklemeye başladı, olabildiğince sakin olmaya çalışırken saniyeleri sayıyordu, onu düşünerek sakinleşebilirdi, sanki O yukarıda onu bekliyormuş, yukarı çıkabilirse O’na ulaşabilirmiş hayaline kaptırdı kendini. Belki Ondan güç alırsa üzerindeki basıncı kaldırabilir, içinin alevi iç organlarını koruyabilirdi. 

Önce hafiften köpük çıktı denizin yüzeyine, daha sonra hareketsiz bir beden, balık çiftliğindeki mesai arkadaşları en büyük korkularına bakarken, içlerinden biri olabildiğince hızla suyun yüzeyinde süzülen bedene doğru yüzmeye başladı. Suyun basıncıyla beden arasındaki savaşı suyun basıncının kazandığının görüntüsüydü iskeleye çıkartılan. Vurgun yerken, vurulduğu kadının hayali kaplamıştı sarhoş zihnini, suyun içinde zamanı düşünürken unutmuştu zamanının kısıtlı olduğunu ve canının suya karıştığını anladığı ilk an büyük gülümseme belirmişti yüzünde, arkadaşlarının iskelede gördüğü yüz ifadesi bu sevincin eseriydi çünkü o kadının ismi Cansu idi.


image source: http://cdncms.zaman.com.tr/2012/07/07/balikadam.jpg

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Anonim kullanıcı olarak göndereceğiniz yorumlarda mail ya da blog adresi gibi iletişim adreslerinizi belirtmeniz önemle rica olunur.

SST Atölye