19 Ağustos 2012

0 Bulanık Ego

Terlemişti, yeni uyanmasına rağmen yorgundu. Sigarasını yaktı, derin bir nefes çekti; dün gecenin etkisini, ne kadar kaçırdığını midesindeki bulantı hissi ele veriyordu. Koyu bir kahve kendine getirebilirdi fakat kırk derece sıcakta olabilecek en kötü fikirlerden biriydi, soğuk bir ayran ya da soda? hepsi berbattı, kendini berbat hissederken aklına gelen tüm fikirleri de berbat buluyordu. Küllüğünün ağzına kadar dolduğunu fark etti, attığı her kül yuvarlanıp sehpanın üstüne düşüyordu. İzmarit deryasının içinde sigarasını söndürecek bir boşluk ararken “sikerim küllüğünü” dedi ve ilk gördüğü bardağı sigarasıyla tanıştırdı. Bardaktan gelen cız sesini o an kafasındaki en büyük sorunun çözüm sesi olarak geliyordu. Becermişti, sigarasını söndürebiliyordu. Yataktan kalkıp buzdolabına doğru ilerledi, susuzluktan kurumuş damağına bir çare bulmalıydı. Çivi çiviyi söker mantığıyla alt rafta duran biraya yöneldi, birkaç gece önce ıslak halde buzluğa koyduğu bardağını da alıp tekrar yatağa döndü. Bardağın dibini yavaş yavaş çıplak vücudunda gezdirmeye başladı, önce bir titreme ve daha sonra gelen serinleme ve rahatlama hissi, bardağın buzları çözülürken o ıslanıyordu. Bardağı kadının sırtında gezdirmek istedi, önce omzuna dokundurmak, biraz bekletmek, kadının yüz halindeki değişimi ve çıkardığı mırıltıları dinlemek. Daha sonra ise bardağı beklettiği noktaya, soğumuş bedene kondurulan hafif bir öpücük ve arkasından gelen günaydın gülümsemesi. Kadının terlemiş vücuduna bakarken birasını açtı ve bardağa doldurdu, biradan aldığı her yudumda kendini daha da iyi hissediyordu. İçtikçe ayılıyor, ayıldıkça kendinden nefret ediyordu. Az önce kurduğu küçük fantezi bile biranın yarısını bitirmesiyle saçmaya dönüşmüştü. Kadını rahatsız etmeye ne hakkı vardı, şu an düş dünyasında istediği yerdeydi, bir anda onu uyandırmaya ve hafif sidik kokulu ve kirli odaya merhaba dedirtmeye ne hakkı vardı. Uyuyabilmek ve düş dünyamızda gördüğümüz yerlere sığınmak için mi yaşıyorduk yoksa yaşamı kaldırabilmek için mi uyuyorduk? O an sanki kendisini felsefe dünyasına yeni bir problem sokmuş gibi bilge hissetti. 

Birasını bitirip banyoya yöneldi, aynadaki bakışları, sakalları, darmadağın saçları, sigaradan sararmış dişleri arasında dolaşıyordu. Banyo yapmalı mıyım diye sordu kendine, ilk önce kendini rahatlamış hissedecek daha sonra ise tekrar terlemeye başlayacaktı, ne gereği vardı ki. Dişlerini fırçalamalı mıydı, siktir et diyordu “ağzıma florür bokunu süresim yok”. Telefonunun alarmının çaldığını duydu, saat 3 randevu yazıyordu ekranında. Hatırlatma alarmı kurmuştu, ama bilgi notuna kiminle buluşacağını yazmamıştı. Kim olabilir diye düşündü önce daha sonra siktir et dedi “her kimse üç on beşte neredesin diye arar”. 

Elbise dolabına doğru ilerledi, kirli sepetinde elbise dolabından daha fazla eşya olduğunu fark etti. Banyoya geri dönüp kirli sepetini kolaçan etti, kirlilerin arasından bir gömleği seçip kokladı acaba dedi bugün bunu mu giysem, fazla kirli de görünmüyordu, ter lekesi falanda yoktu. Gömleği geri bıraktı ve tekrar yatağa döndü. Kadının saçlarını yeni boyattığını fark etti, saç derisinde hala boya kalıntıları görünüyordu. Arkadan doğru sarılıp koklamak, içine çekmek istedi ama duyumsayacağı kokunun fabrika üretimi koku olacağını biliyordu. Acaba diye düşündü en son ne zaman boyayla kaplanmayan bir kadın saçına dokundum, kokusunu içine çektim. Geçmişindeki sevgililerini hatırlamaya, sorunun cevabını bulamaya çalıştı. Sorunun cevabı ise hiçti. Hiçbir kadının boyanmamış saçlarına dokunmamıştı. 

Kendine yeni bir gömlek almaya karar verdi, az sonra dışarı çıkacak, biraz dolaşacak, yeni bir gömlek alacak ve kimle randevusu olduğunu bilmese de randevusuna öyle gidecekti. Yataktan kalkarken kadının vajinasını öpmek istedi, dudakları vajinası üzerindeyken sanırım diyordu endüstrileşmemiş tek kokusu bu, kadının kokusunu içine çekti ve bir veda busesiyle yataktan çıktı. Birkaç saat sonra bir alış veriş merkezindeydi, kendini buraya ait hissetmiyordu, içeri girer girmez çocuklar için hazırlanmış oyun alanına çarptı gözleri, zıplayan çocukların çıkardığı kahkahalar kulaklarını tırmalıyordu. Çocuk parklarındaki oyuncaklar sökülüp yerlerine kadınların zayıflamaları için aletlere bıraktığı günümüzde çocukların aptalca zıplayıp bağırmaları doğaldı. Labirentlerin içinden geçmeyi başarıp zıplamayı hak eden çocukların aileleri sanki çocukları dünyanın en zeki çocuğu olduğunu kanıtlamış gibi alkışlıyorlardı. Bu tür alanların kurulmasının sebebi tabi ki çocukların mutluluğu değil idi, hem ailelere çocuklarını başından atıp rahat alış veriş yapabilecekleri bir mekan sağlanıyordu hem de çocukların tekrar tekrar bu eğlenceyi tatmak isteyeceklerini bildiklerinden ailelerin tekrar buraya gelmeleri… 

Sadece takım elbise satılan bir dükkana girdi, önce kravatlara yöneldi, neden kravatlar ilgisini çekti kendisi de anlamıyordu; liseden sonra hiç kravat takmamıştı, kravatlı erkeklere de oldum olası acımıştı. O an incelediği siyah üzerine kırmızı puanlı bir kravat ise onda kravatın anlamlarını çağrıştırıyordu, kırmızı puanlar Hırvat kadınlarının gözyaşlarını, siyah zemin ise modernliğin karanlığını, o her anlamı içine emen ve anlamını değiştirip kendi kendisini üreten kara deliği, elbet diyordu içinden bu karadeliğin de sonunda bir beyaz nokta çıkacak, biz görmesek de çıkacak. “Çok güzel bir modelimizdir” diyerek yanına yaklaşan satış görevlisinin sesiyle irkildi, görevlinin yüzündeki sırıtma şöyle gelişine bir yumruk sallama isteği uyandırmıştı. Giydiği siyah takımın içinde bildiğin penguene benziyordu ve kırk derece sıcakta bu takımı giyecek kadar salaktı. Bir müşterinin kendine garip garip baktığını fark etti. Sanki özel alanına tecavüz edilmiş gibi hem korkarak hem de tiksinerek bakıyordu. Modern kastın amına koyayım diye bağırmak istedi. Kast sistemindeki “bakışlardan kirlenme”, “aynı ortamı paylaşıldığından kirlenme” inancı günümüzde hayatın her noktasında karşımızda çıksa da bu tür mağazalar bu düşünceyi göz önüne çıkartıp onu pazarlıyorlardı. Üstü kapalı biçimde müşterilerine buraya sizin kastınızdan başkası giremez derken dışarıdakilere sizler pisliksiniz diyorlardı. Fiyatını sordu satış görevlisine kravatın, fiyatının çok yüksek bulunulacağından emin olan satış görevlisi iki bin lira dedi. Neyle karşılaşacağını biliyordu sorusunu da hazırlamıştı, “yanında vazelin de veriyor musunuz “ diye soracaktı “anlamadım” diyen satış görevlisine “beni anlasanız gülümsemezsiniz hayatla taşşak geçersiniz” cevabını verecekti. Ama yapmadı, yavaşça kapıya doğru yöneldi ve kapıdan çıkmadan son on adımında osurmaya başladı, bir adım bir adım bir adım daha, hem osurmak hem de yürümek biraz zorluyordu ama inanılmaz bir zevk veriyordu. 

Başka bir mağazanın önünde sigarasını yaktı insanlara izlemeye başladı; kavga eden çiftler, elinde poşetleriyle şapşal şapşal gülümseyen çiftler, oradan oraya koşturan çocuklar, çift olmak için kendine yeni bir şeyler almak isteyen tekler. Önünde sigarasını içtiği mağazaya girdi hemen, hem sıcaktan hem de dün gecenin etkisiyle hem terliyor hem de kuruyordu, dokunduğu her şeyde de lime lime edilmiş parmaklarını görüyordu. Mağazanın içinde birkaç adım attıktan sonra mağazanın klimasının masaj yapar gibi sırtına soğuk hava üflediğini fark etti, birkaç saniye bekleyebilirdi burada, göz ucuyla ürünlere ve dizilimlerine bakıyordu. Bir seksen boylarında kadın bir satış görevlisi geldi yanına, ”yardımcı olmamı ister misiniz” diye sordu. Bir gömlek diyebildi kızın gülümseyen gözlerine bakarken, bir gömlek alacaktım. Nasıl bir gömlek cümlesiyle satış görevlisi avını elinden kaçırmak istemeyen bu nedenle ara sıra misinayı gerip kimi zaman misinayı boşlayan balıkçıya dönüşmüştü. Bir anda kendini elinde siyah diklemesine uzun çizgili bir gömlekle deneme kabininde buldu. Tişörtünü çıkardı, koltuk altlarını kokladı, “az sonra bir parfüm almalıyım” diye düşündü, gömleği giyerken terden birbirine girmiş saçlarını fark etti, “ bir de berbere uğrasam iyi olacak”. Gömleğin düğmelerini iliklerken gömleğin tasarımcısını düşündü, acaba kimdi hangi ruh halindeyken bunu tasarlamıştı, oda beni düşünmüş müydü, ruh halimi, bunu hangi ruh halimde satın alacağımı? Bedeni size uygun mu sözüyle irkildi, görevli dışarda bekliyordu, fazla bekletmeyeyim diye düşündü, az önce çıkardığı tişörtü de eline alarak kabinin hemen yanında duran aynaya baktı, görevli onun aynaya bakmasını izliyordu, sırtına vuran serin havayı hissetti ve görevlinin kendini izleyen bakışlarının aynadaki yansımasıyla kendi bakışları göz göze geldi. Ereksiyon olduğunu hissediyordu, hafiften şapşallaşmıştı, sırıtmak istemiyordu, sırıtıp sararmış dişlerini görevliye göstermek. Tamam dedi bunu alıyorum. Kasada gömleğin parasını öderken bir yandan da görevli sırt bölümündeki güvenlik alarmını çıkarıyordu. Teşekkür ederek yavaş yavaş dışarı çıktı, dışarı çıkmak istemiyordu aslında, mağazadan ayrılmak. 

Dışarı adım atar atmaz bunaltıcı sıcak tekrar kendini hissettirdi. Buralarda berber var mıdır diye düşündü, sonra soru saçma geldi berberler öleli çok olmuştu yerlerine kuaförler geçmişti. Şimdi ise kuaförler ölüyordu yerlerine saç tasarımcıları geçiyordu. Adının anlamını bir türlü kavrayamadığı bir saç tasarımcısı dükkanına girdi. Saç yıkama ve sonrasında gelen yüz masajı, alnında dolaşan parmakların yarattığı basınçlar gerginliği azaltıyordu. Her parmak darbesinde kafasındaki bir sorun çözülüyordu. Biraz daha, biraz daha uykuya dalmak ile dalmamak arasında gidip geliyordu. Berberden çıkarken artık sıcak o kadar bunaltıcı gelmiyordu, bir parfüm almasına da gerek kalmamıştı, berber büyük ihtimal sadece görünüşü güzel olan ama birkaç saat sonra etkisi tamamıyla gidecek bir parfümü üstüne boca etmişti. 

Bir kahve diye düşündü, bir kahve içilebilirim. Saat ikiydi ve her kimle buluşacaksa bir saatten fazla süresi vardı. En yakınındaki kafeye geçip kendine oturacak bir yer ararken sabah vajinasına küçük bir öpücükle yanından ayrıldığı kadını gördü. Masasına doğru ilerlerken onunda bir kadını incelediği fark etti. Kim o tanıyor musun diye sorarak yanına oturdu kadının, hayır dedi kadın sadece bakıyorum, kadının incelediği kadının yüzüne baktı sonra, onu tanıdı, kendine az önce gömleği satan satış görevlisini inceliyordu kadın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Anonim kullanıcı olarak göndereceğiniz yorumlarda mail ya da blog adresi gibi iletişim adreslerinizi belirtmeniz önemle rica olunur.

SST Atölye